Kütleçekimin ne anlama geldiğini, atomlar ve parçacıkların birbirlerine dokunmadan nasıl etkileşime geçtiğini deneyimlemek isteyenler buraya.

Ama önce doğru olduğunu bildiğiniz her şeyi unutun. Mikroskobik boyutlara ulaşıp evrenin derinliklerinde bir yaprak gibi oradan oraya savrulmaya başlamadan önce, aşağıdaki oynat tuşuna basmanız önemle rica olunur. Bana göre asrın Mozart‘ı sayılan Hans Zimmer‘sız evren yolculuğu düşünülemezdi. Kemerlerinizi sıkıca bağlayın, güneşliklerinizi açın ve öndeki sehpalarınızı kapalı konuma getirin; evrenin derinlerine doğru inişe geçiyoruz!

 

 

Çok küçüğün dünyasına hoşgeldiniz. Parçacıkların kafanızı çevirdiğiniz an oradan oraya  hoplayıp zıpladığı için tüm olası ve olasılık dışı yolları izlediği olağanüstü bir evrenin kapıları aralanıyor. Kendinizi sırtüstü yatıp denizin güvenilir kollarına bıraktığınızda bilime, suyun kaldırma kuvvetine, doğanın mutlak yasalarına gözünüz kapalı güvenmiştiniz. Şimdi aynısını in cinin top oynadığı uzay boşluğunda yapma zamanı!

Madem parçacıklar kılık değiştirip istedikleri an istedikleri her şeymiş gibi davranabiliyorlar, neden vücudunuzu oluşturan parçacıkların tüm kuantum özellikleri sizi bir kuantum size dönüştürmesin? Herkes dalga dalga, yada parça parça olsa çok havalı olmaz mıydı?

Sicim teorisinin en iyi işlendiği filmlerden biri olan, bana göre, Mr. Nobody’de (Bay Hiçkimse’de) olduğu gibi, yaşamınızda maruz kaldığınız her kırılımın bir alternatifi olduğunu bir düşünün. Mr. Nobody‘nin de dediği gibi, “Eğer hiçbirini seçmezsek, bütün olasılıklar varlığını sürdürür” ve herbiri yeni bir gerçeklik, zaman ve boyut baloncuğu yaratır, ve o baloncuklar da başka küçük baloncuklar, o baloncuklar da… Muhtemel bütün olasılıkları barındıran bu sonsuz baloncuklara anerk adı veriliyor.

Neden dünyayı parçacıkların küçücük, atomaltı düzeyde deneyimledikleri gibi cool cool değil de sığ sığ deneyimliyoruz?

Dr. Evil‘ın minyatür versiyonu olan Mini Me olarak hayal edin kendinizi yine. Elinizdeki fenerin ışığını açtığınız an bir küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk çarpıyor gözünüze. O da ne? Fenerin ışığı bir şeye isabet ediyor; bir parçacığa. Işık, ondan sekerek size geri geliyor. Işığın gidip geldiği süre size parçacığın çarpışma sırasındaki yeri hakkında ipucu verdi. Günümüz tabiriyle, parçacık size location atıyor! Aslında siz tüm gözleri ona çevirerek, parçacığın tüm karizmasını çizmiş oldunuz. Neden mi? Parçacıkların alametifarikası aynı anda her yerde olma hovardalığı tüm paparazzi flaşlarını onun üzerine patlattığınız an son buldu. Aynı anda sahip olduğu tüm konumlar içinden bir tanesini seçmeye zorladınız onu. Parçacığı sinirlendirdiniz!

 

Kuantum parçacıkları kendi hallerine bırakıldıklarında, kendilerini sakız gibi uzatıp dalga gibi davranır, mış gibi yapar, uzay ve zamanda aynı anda olası tüm kırılımları izler. Buraya bir parantez açmak istiyorum; sizce de kuantum parçacıklarının cinsiyeti erkek olmaz mıydı? Kendi hallerine bırakıldıklarında dalga olarak davranmaları, aynı anda olası tüm yolları izlemeleri, mış gibi yapabilmeleri falan, tanıdık geldi de bir an, neyse.

Etrafımızdaki parçacıkların çoklu deliliğini biz nasıl göremiyoruz dersiniz? Kaldı mı geriye cevapsız sorular. Siz ona çıplak gözle bakmadan önce parçacık, bir olasılıklar silsilesidir. Onunla yollarınız kesiştiğinde ise yalnızca bir yere sabitlenir ve ardından, fenerden önceki gibi her yerde olmak yerine sonsuza dek sizin onu yakaladığınız ana hapsolur. Kısacası parçanın sonundaki -cık ekine aldanmayın, çok uyanıktır bu parçacıklar, hiç öyle cıklı cuklu değillerdir yani.

Gelelim tüm zamanların en sansasyonel deneylerinden biri olan Schrödinger kedisine. Filozofların adeta mindfuck yaşamasına neden olan bu deney, bir kedi ve bir kutudan ibarettir. Kulağa ne kadar masum geliyor değil mi? Durun, daha bitmedi. Kedi, kutunun içine yerleştirildikten sonra radyoaktif bir maddeye maruz kalır. Dahası da var. Burada gözlerinizi kapayın:  Bir adet radyasyon dedektörü, bir adet çekiç ve ölümcül zehirle dolu bir şişe… Bu üç değişken arasındaki bağlantıyı kuramadıysanız o saf ve masum dünyanızı kendi ellerimle kirletmek istemiyorum: Blog’umda 6 adet acil çıkış kapısı bulunmaktadır. Neyse ki kalan sağlar bizimdir. Acı gerçekler yumurta sarısı misali cıvık ve çirkin. Kedinin yüzde 50 oranında zehirlenme ihtimali var. Her şey radyoaktif bozunmaya bağlı.  Schrödinger kedisine noldi? Alp Er Tunga öldi mü? Issız ajun kaldı mu? Ödlek öçin aldı mu? Aslında burada radyoaktif madde hem bozunup hem de bozunmamıştır. Olasılıkların süperpozisyonu bizim algıladığımız dünyanın çok ötesinde olduğu için, ve biz de dünyayı tüm sığlığıyla iki gözümüzle algılamanın ötesine (petrolden başımızı kaldıramamaktan) geçemediğimiz için, kedinin kutu içinde kaldığı süre boyunca hem ölü hem de diri kalmasına hiçbir zaman akıl sır erdiremeyeceğiz.

Kedi, o kutu içinde hem ölü hem de diriydi.

Zehir hem serbest bırakıldı, hem de bırakılmadı.

Alp Er Tunga hem öldi, hem de ölmedu. Issız ajun hem kaldu, hem de kalmadu.

 

 

 

Paralel tarihler etrafımız kuşatmış durumda. Dallanarak ayrılan bir evrende, başka bir siz, başka bir seçimde bulunuyor. Size bu evrende kötü bir şey olduğunda, sonsuz sayıdaki paralel evrende, sonsuz sayıdaki paralel siz, kötü haberden kaçıyor ve kendinizi mutlu hissediyorsunuz. Eğer siz de benim gibi bir Pollyana’ysanız, burada mutsuz bir seçim yaptığınızda paralel evrendeki öteki sizin mutlu olduğunu, başını yastığa rahat koyduğunu düşünerek kendinizi avutabilirsiniz.

Aslına bakarsanız doğa hiçbir zaman gerçek bir tercih yapmaz, siz kafanızı başka yöne çevirdiğiniz an tüm olasılıklar gerçekleşmiş olur. Bu iddiayı doğrulayacak veya reddecek herhangi bir deney henüz ufukta görünmese de içinde yaşadığımız gerçekliğin (yada adını siz koyun) neden üst üste binmiş kuantum olasılıklar olmadığı konusunda cazip bir neden sunduğu doğru: Deneyimlemediğimiz olasılıklar da yeterince gerçek fakat başka yerdeler. Biz de Schrödinger kedisinden pek de farklı sayılmayız hani. O kutuyu tek gerçeklik olarak kabul etmiş zehir aksın diye bekliyoruz!

Yorum bırakın